Kılıçdaroğlu'na... Kılıçdaroğlu tweet attığı veya demeç verdiğinde moralim bozuluyor, bütün umudumu kaybediyorum. Oysa her şey ne kadar güzel gidiyorken birden umutsuzluğa kapılıp çöküyorum. Ta ki bu demeç ya da tweet'ini bir an unutana kadar. Kaybetmişsin, ortamı bozma. Şu an ne dediğinin bir önemi yok, ne söylesen, yazsan, ne kadar güzel, sert ya da muhalif üslupla yazsan da toplumda etki uyandırmıyor, gündem olmuyor, karşılık bulamıyorsun. Şimdi de geçtiğimiz dönem de bu böyleydi. Kaybettin. Öyle ya da böyle. Haklı veya haksız ki sana devlet de haksızlık yapmış olabilir, tuzak da kurmuş olabilir, iktidarı vermemiş de olabilir. Ben öyle olduğunu düşünüyorum. Fakat, bir gerçek var, toplumda karşılığın yok, ideolojinden bağımsız olarak etki uyandırmıyorsun, liderlik özelliğin yok. Özgür Özel'in lafı üzerine daha süslüsünü, daha sertini iktidara söylüyormuş gibi attığın tweetler ve beyanatların hiçbir ilgi görmüyor. Moral kaybından başka bir işe yaramıyor. Size tavsiyem, şu
11-09-2014, 09:35 Barış Biner'in arşivindendir.
Radyo Günleri
Yıl 1990... Henüz Star1'in uydu yayınları Afyon'da aktarılmamıştı. O dönem çanak anten sahibi olmak herkese nasip olmazdı... TRT / TV1 kanalı kapandığı gibi Cumartesi geceleri Türkiye'nin Sesi Radyo'sunu açardık... İlerleyen birkaç yılda özel radyolar ile tanıştım. Türkiye'nin en Süper FM'i bizim için henüz efsaneydi ve ancak İstanbul'a seyahat edersek Sakarya 90.8 vericisinden yaklaşık 30 Km. boyunca dinleyebileceğimiz, ulaşılması güç, 'altın tadında' bir radyoydu... Trakya'ya gelmek üzere Boğaz'dan geçerken Kadir Çöpdemir'in, ''Candan Cana'' programı ile tanışmıştım. Afyon'da, yeni ergen bir genç için, yerel radyolar kendini kanıtlama noktası oldu. Henüz mikrofon karşısına geçmeye hazır olmasam da arka planda derslerden arta kalan zamanlarımı Radyo Camiası ile ortak aktiviteler ile geçirdim. Radyolar için gönüllü anketler yaptım, program önerileri hazırladım. Nedense canlı yayında katıldığım tüm yarışmaları kura sonucunda ben kazanıyor olmuş ve beleş baklava yemekten bıkmıştım(!) Camia ile iç içe olunca gayri ciddi yapılan kurayı hep ben kazanır olmuştum...
Babaeski'de, okulum dolayısı ile çok kısa sürecek bir dönem, bilinen iki radyoda (Başkan ve Melodi FM) 'Düşler Prensini' yaptım. Gecenin 3'ünde arabesk çalmamam durumunda radyoyu basacağını söyleyen gençleri 15 dk. içinde karşımda buldum! Şefkat ile yaklaştım onlara, çünkü bu toplumun itilmiş, ötelenmiş ergenlerindendiler.. Onlar da önce sert bir ses tonuyla dillendirdikleri isteklerini bir rica olarak sundular... En çok üzüldüğüm radyoculuk anım ise Lüleburgaz Dinç FM'in kapanışına(!) tanıklık etmemdi. Çünkü, işe alındıktan sadece 16 saat sonra ilk programım için gittiğimde, belkide radyoculuk yaşamım daha tam başlamadan sonlanacaktı! Kapatılma gerekçeleri ise, daha çok teknik nedenlerden dolayıydı. Tekirdağ'daki yayınlarına davet ettiler ise de kısmet olmadı gitmek...
Evet değerli okurlar... Yıllar ne çabuk akıyor ve anılar hafızalarda böylesine hoş sedalar ile kalıyor değil mi? Renkli Televizyon'a ilk geçtiğimiz yıllardan Walkman'li yıllara... 'MP3'lü yıllardan 'Akıllı Telefonlara'... O 'Selfie'(!) dedikleri şeye de karşıyım! Aman gençler! Siz siz olun, kültürünüzü, kimliğinizi, dilinizi muhafaza edin!.. Muhafaza edemez iseniz gün gelir yaşayacak toprağınız bile kalmayabilir!... Hala mısralarını hatırladığım tek ender şarkılardan biri ise Emel Sayın'dan;''Yağdır Mevlam Su!..''dur! 'Selfie'nin Türkçe anlamına gelince: "Özçekim" demektir. Yaşamın hızına yetişmeye çalışırken çabuk eskitiyoruz eski değerleri... Radyolu günler de bir anı olarak eski defterlerimize kaydedildiler... Şimdi ise bir 'Müzik Kutusu' olarak devam ediyor Radyolar... Radyoların toplumdaki etkinliği değişti ve geriledi... Bundan sonra beklediğim tek şey varsa; bize ****enli yıllarda ilkokulda fısıldanan; gelecekte her şeyi robotların yapacağı hikayesi ve telefonda görüntülü konuşmaktı(!) Görüntülü konuşabiliyor ve hatta bunu çok umursamıyoruz da; her şeyi robotların yapacağı, 'Uzay Çağı' efsanesi başlıyor mu yoksa onu yeterince yaşamadan başka bir aşamaya mı geçtik acaba?..
Barış Biner - Babaeski Gündem Gazetesi / 11/09/2014
Arşivimdendi.
Yıl 1990... Henüz Star1'in uydu yayınları Afyon'da aktarılmamıştı. O dönem çanak anten sahibi olmak herkese nasip olmazdı... TRT / TV1 kanalı kapandığı gibi Cumartesi geceleri Türkiye'nin Sesi Radyo'sunu açardık... İlerleyen birkaç yılda özel radyolar ile tanıştım. Türkiye'nin en Süper FM'i bizim için henüz efsaneydi ve ancak İstanbul'a seyahat edersek Sakarya 90.8 vericisinden yaklaşık 30 Km. boyunca dinleyebileceğimiz, ulaşılması güç, 'altın tadında' bir radyoydu... Trakya'ya gelmek üzere Boğaz'dan geçerken Kadir Çöpdemir'in, ''Candan Cana'' programı ile tanışmıştım. Afyon'da, yeni ergen bir genç için, yerel radyolar kendini kanıtlama noktası oldu. Henüz mikrofon karşısına geçmeye hazır olmasam da arka planda derslerden arta kalan zamanlarımı Radyo Camiası ile ortak aktiviteler ile geçirdim. Radyolar için gönüllü anketler yaptım, program önerileri hazırladım. Nedense canlı yayında katıldığım tüm yarışmaları kura sonucunda ben kazanıyor olmuş ve beleş baklava yemekten bıkmıştım(!) Camia ile iç içe olunca gayri ciddi yapılan kurayı hep ben kazanır olmuştum...
Babaeski'de, okulum dolayısı ile çok kısa sürecek bir dönem, bilinen iki radyoda (Başkan ve Melodi FM) 'Düşler Prensini' yaptım. Gecenin 3'ünde arabesk çalmamam durumunda radyoyu basacağını söyleyen gençleri 15 dk. içinde karşımda buldum! Şefkat ile yaklaştım onlara, çünkü bu toplumun itilmiş, ötelenmiş ergenlerindendiler.. Onlar da önce sert bir ses tonuyla dillendirdikleri isteklerini bir rica olarak sundular... En çok üzüldüğüm radyoculuk anım ise Lüleburgaz Dinç FM'in kapanışına(!) tanıklık etmemdi. Çünkü, işe alındıktan sadece 16 saat sonra ilk programım için gittiğimde, belkide radyoculuk yaşamım daha tam başlamadan sonlanacaktı! Kapatılma gerekçeleri ise, daha çok teknik nedenlerden dolayıydı. Tekirdağ'daki yayınlarına davet ettiler ise de kısmet olmadı gitmek...
Evet değerli okurlar... Yıllar ne çabuk akıyor ve anılar hafızalarda böylesine hoş sedalar ile kalıyor değil mi? Renkli Televizyon'a ilk geçtiğimiz yıllardan Walkman'li yıllara... 'MP3'lü yıllardan 'Akıllı Telefonlara'... O 'Selfie'(!) dedikleri şeye de karşıyım! Aman gençler! Siz siz olun, kültürünüzü, kimliğinizi, dilinizi muhafaza edin!.. Muhafaza edemez iseniz gün gelir yaşayacak toprağınız bile kalmayabilir!... Hala mısralarını hatırladığım tek ender şarkılardan biri ise Emel Sayın'dan;''Yağdır Mevlam Su!..''dur! 'Selfie'nin Türkçe anlamına gelince: "Özçekim" demektir. Yaşamın hızına yetişmeye çalışırken çabuk eskitiyoruz eski değerleri... Radyolu günler de bir anı olarak eski defterlerimize kaydedildiler... Şimdi ise bir 'Müzik Kutusu' olarak devam ediyor Radyolar... Radyoların toplumdaki etkinliği değişti ve geriledi... Bundan sonra beklediğim tek şey varsa; bize ****enli yıllarda ilkokulda fısıldanan; gelecekte her şeyi robotların yapacağı hikayesi ve telefonda görüntülü konuşmaktı(!) Görüntülü konuşabiliyor ve hatta bunu çok umursamıyoruz da; her şeyi robotların yapacağı, 'Uzay Çağı' efsanesi başlıyor mu yoksa onu yeterince yaşamadan başka bir aşamaya mı geçtik acaba?..
Barış Biner - Babaeski Gündem Gazetesi / 11/09/2014
Arşivimdendi.
Yorumlar